Sanal müzemiz 24 saat açıktır

Uluslararası Müzeler Günü

Edebiyatta okurun, tarihte sıradan insanın, sosyolojide gündelik hayatın, tiyatroda izleyicinin kültürel varlıklarını kazanmasına benzer bir durum müzelerde de yaşanır. Yazarın ürettiğinin okurun yorumundan üstün olmadığı, tarihte kahramanların ve savaşların dışında da anlatılmaya değer durumların varlığının kabulü bu alanlardaki değişimin işaretlerindendir. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısıyla türsel sınırların ve konuların gelişmesi, anlatılmaya değer olanın ya da merkeze yerleştirilenin konumunda dönüşüm yaşanmasına sebep olurken, önceki anlayışların otoritesinde çatlaklar meydana gelir. Tarihte, edebiyatta, sanatın tüm alanlarında evvelce temsil edilmeyenlerin özneleşmesine şahitlik edilir. Bu süreç müzelerde de benzer şekilde işlerken aynı zamanda birçok şans ve fırsatı da yanında taşır.

Politik sahanın merkezinde icat edilen müzeler, ulusun simgelerini, kahramanlıkları ve şanlı geçmişi vb. içeren bir anlayışa karşılık gelmekteydi. Burada amaçlanan toplumun tarihten uygun bulunan sahneleri öğrenmesidir. Devletin tarih algısına paralel konumlanmayı tercih eden müzeler, tarihin tekrarlandığı mekânlar olarak didaktik bir eğitme misyonuyla hareket eder. Bu pozisyon devletlerin yeni insan tipi yaratmasında belki de zorunluluktu ve toplumun ortak bir anlatı ve ülkü etrafında toplanması açısından işlevseldi. Bu dönem müzeler mübalağalı bir söylem ve sergilemeye sahipti. Önemli olan müze nesnesi ve onun sayesinde iletilen anlamdı ve durağan bir bürokratik bellek temsil edilmekteydi. Müzeler ve resmi söylem bir iç dengeye sahipti, ziyaretçi bu dengenin herhangi bir tarafında yer almamaktaydı. Ziyaretçinin müzede öne çıkması için politik anlatının arka plana geçtiği ya da müzelerden daha işlevsel mecralar bulduğu 1950’li yıllara kadar beklenmesi gerekecekti.

Bu tarihten itibaren müzelerin mimarisinde, sergileme anlayışlarında değişim yaşandığı gibi ziyaretçiyi müzeye dâhil etme fikri de belirginleşir. Müzelerin artık halk için daha cazip yerler haline getirilme çabası gelişir, müzeler ile devlet arasındaki simetri bozulur. Müzelerin yeni bir ritim oluşturup, iç denge tutturmaya çalışırken merkezinde bundan böyle ziyaretçi yer alacaktır. Ziyaretçinin müzeye çekilmesi için de ilk akla gelen eğitim etkinlikleri olur. Aslında eğitim müzelerin her zaman kendi ilkesinde kayıtlı yani müzenin işlevlerine dâhil bir araçtır. Bu bazen hatırlanıp canlandırılan, bazen unutulmaya terk edilen araç ziyaretçinin odağa yerleştiği andan itibaren müzede süreklileşir. Değişen koşullar içinde ziyaretçiden eğitim vasıtasıyla ilgi ve sadakat talep edilir. Burada eğitim otoriter bir ses tonu takılarak gerçekleşen ve öğretmen-öğrenen ilişkisini yeniden üreten anlayışın dışına çıkar. Sözü edilen, bilginin yorumlanması ve nasıl kullanılabileceği üzerinden herkesin öğrenen pozisyonda olduğu, yorumun ve etkinlikle sağlanan deneyimin öne çıktığı bir eğitimdir. Bu sayede ezberden okunan didaktik tarz yerini her deneyimin farklı bir anlam üreten zenginliğine bırakır. Müzeler tek sesli ve otoriter yapısını terk edip, çok sesli, çok merkezli bir boyuta taşınır. Uluslararası Müzeler Günü böyle bir arayışın ürünüdür.

18 Mayıs’ta zamanla tüm dünyada yaygınlaşarak kutlanan Müzeler Günü, ilk olarak 1951 yılında anılır. Müzeler ve Eğitim temasıyla toplanan ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyi) müzelerin erişilebilirliğini artırma kaygısıyla böyle bir gün organize etmek ister. 1977 yılında Moskova’da yapılan genel kurul toplantısında kültürel değişimi vurgulamak, halklar arasında işbirliği ve barışı geliştirmek amacıyla müzeler günü kesinleştirilir ve ilan edilir.

Müzelerin eğitime yönelmesinin öncelikli boyutlarından biri erişilebilir olma düşüncesidir. Eldeki koleksiyonun aktarılması durağan iletişimdense dinamik bir ilişki talep ettiğinde oyunsu yanı yüksek, sınırları keskin olmayan, tek bir doğru varsayımını reddeden eğitim anlayışı benimsenir. Bu sayede ziyaretçiler kendilerini daha rahat ifade edip, dikkat ve ilgisini yönlendirebilir. Müzeler için erişilebilirlik arayışında eğitimin bu kullanışlılığı, bu mecrada üretilen eğitim dışı etkinliklerin bile eğitimi kerteriz alarak ortaya çıkmasına sebep olur. Müzeler Günü de bu geleneğin bir parçasıdır.

1992 yılından itibaren Müzeler Günü bir tema etrafında kutlanır olur. İlk tema müzeler ve çevre üzerinedir. ICOM’un yönlendiriciliği ile müzeler toplumsal ve popüler sorunlara ilgisini artırır. Sonraki yıllarda yerli kültürden, toplumsal barışa, bireyler arasındaki ilişkiden, yaratıcılığa kadar birçok tema etrafında kutlanan Müzeler Gününün bu seneki teması kültürel merkezler olarak müzeler: geleneğin geleceği başlığına sahiptir.

Müzeler Günü’nü ilk kutlamaya başlayan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Öyle ki 1977 yılında ilan edilen güne ülkemizin katılımı 1982 yılındadır.[1] Bu tarihten itibaren her yıl müzeler karikatür yarışmalarından konferanslara, atölye çalışmalarından sergilere kadar birçok etkinlikle bu günü kutlamayı tercih eder. Toplumun ve basının da yapılan etkinliklere teveccühü büyüktür. Bu sayede müzeler kendilerini ifade etmede 18 Mayıs’ta önemli bir imkân yakalar. Bu günü ortaya çıkaran niyetin temelinde müzelerin daha ulaşılabilir yerler olması yatıyorsa, kutlamalarla ortaya çıkan temponun yıl boyunca korunup, ahengin kaybedilmeden yaygınlaştırılması için neler yapılabilir üzerine tartışmak fayda sağlayabilir.

[1] http://basin.kulturturizm.gov.tr/TR-160915/turkiye-muzeler-gununu-yeni-ve-yenilenmis-muzeleriyle-k-.html

Mehmet Özgür Kızılkaya