Sanal müzemiz 24 saat açıktır

Aykut Öz – Güneşin Sustuğu Yer

Var olmanın sıkıntısını Nietzsche, Kral Midas ile Bilge Silenos arasındaki kıssa ile izah etmeye çalışır. Midas, Silenos’a insanlar için en iyi ve en mükemmel şeyin ne olduğunu uzun uğraşlar sonucu sorar, “duymamanın senin için en hayırlısı olduğu şeyi söylemeye niye zorlarsın beni? En iyi şey senin için tamamen ulaşılmazdır: doğmamış olmak, var olmamak, hiç olmak. En iyi ikinci şey ise senin içindir – en kısa zamanda ölmek.”(1) karşılığını alır. Nietzsche, Yunanın varoluşun dehşetinin önüne, yaşayabilmek için, Olympos’taki parlak düş ürününü yani Tanrıları koyduğunu söyler.  Bu meseleyi, bir hakikatle karşılaşmamak için, onun önüne, arkasını büyük oranda göstermeyecek nitelikte bir ışık, perde, engel yerleştirme şeklinde anlarsak, yerleştirilen engelden sızan küçük bir parıltı dahi insanı kaçındığıyla yine karşı karşıya bırakır. Aykut Öz de Güneşin Sustuğu Yer başlığına sahip sergisinde insanı görmezden gelinenle ve hatta görmezden gelmek için inşa edilenlerle, bunlara cehennem atfında bulunarak karşı karşıya bırakmaya çabalar. Sanatçının düşüş olarak tabir ettiği, dünyaya fırlatılma olarak da bilinen varlıktan gelen belirsizlik ve uyumsuzluk serginin değindiği konulardandır.

CerModern’de açılan sergi, cehennemi sıradan insanın deneyimlerinin bir parçası olarak anlatmakta ve tüm ilişkilere sirayet eden bir özdeşlik yarattığını ifade etmektedir. İnsan bütün eylemlerinde ve konumuna bakılmaksızın cehennemin hem muhatabı hem de üreteni. Bu ölçekte bir ağ insanlarda kayıtsız bir ilgi yaratmakta. Çünkü süreklilik yaşananları normalleştirir. Sürekli şiddet, tecavüz, cinayetle karşı karşıya olmak durumu aşinalaştırır, içselleştirmeyi getirir. Kısa bir ilgi duymanın serencamı da ayrıntısız olmaya mahkûm. Cehennemle kurulan uzlaşma, Öz’e göre, onu görmeme üzerine kurulu. Böylece bir felaket içinde yaşansa da, onun farkında olunmadığından kolayca bir illüzyona kapılmak mümkün. Serginin yapmaya çalıştığı, cehennemle kurulan sahte uzlaşının reddedilip, illüzyonu terk etmektir. Sanatçı, en azından eğer yeniden uzlaşı olacaksa da bir gerçeklikle insanı temas ettirme olanağını arar. İzleyicinin sergi sonrasında cehennemle ilişkisi şöyle iki sonuç yaratabilir; ilki eğer insanlar bu çıplak gerçekliğe karşın tepkisiz kalmaya devam ederse serginin konusu haline gelir, tepki geliştirirse hiç olmazsa “düşüş” yavaşlar ve cehennemin şiddeti –belki- azalır.

Cehennem Kapısı – I

Serginin hemen girişinde, Cehennem Kapısı ismine sahip bir çalışma yer alır. Şiddet, tecavüz, savaş gibi meseleler, antropomorfik, yani insan biçimi verilmiş varlıklar üzerinden anlatılır. Geleneksel kapı süslemelerindeki bir meselenin ilerleme usulünce ele alınması burada farklı bir anlatım biçimine yerini terk eder. Buradaki tasvir, anlatım ya da serüven bir eşzamanlılık içerir. Bütün yaşananlar aynı anda gerçekleşir. Bir yandan bildiğimiz hayat sürerken, bir yandan da aşina olunan cehennem işleyişine devam eder. Mesele bu noktada iç içe geçer. Cehennem günlük rutinle görünmezleşir ya da göründüğü noktada cennete kaçma isteği yaratır. Yalnız bulunan cennet bir illüzyondur ve bunun dışındaki etkisi başka cehennemlerin kapısını aralamasıdır. Bu sayede yaşananlar ve onun tesirleri gelecekten ziyade bir eşzamanlılıkta, aynı anda ve neredeyse aynı mekânda karşılık bulur.

Belli (ana) karakterler, neredeyse mekânın değişmezliği içinde birbirine bağlanmış ve sahneler arasındaki bağıntılar bütünü göstermede yararlı olmuştur. Cehennem sabit bir mekân iken, sahneler bu mekân üzerinde bir görünüp bir kaybolan tasvirlerdir.

Sanatçı çalışmalarında Arte Povera olarak bilinen fakir sanata işaret eden malzemeler kullanır. Karışık teknikle, atık malzeme, gündelik hayattan parçalar ya da strafordan yararlanılarak tasarlanan eserlerin serginin konusuyla uyumu  dikkat çeker.

Sergide ilk olarak cehennemi oluşturan tüm sahneleri cehennem kapısında görürüz, ardından bu kapının süslerini kendi ortamlarında, kendi bağlamları içinde tekil olarak gözleriz. Bir nevi sondan başa doğru gidişten söz edilebilse de, daha önemli olan bütünde, kim bilir belki dikkat çekmeyecek sahnelere daha yoğun bir dikkatin talep edilmesidir.

Sanatçının ele aldığı dünyaya fırlatılma hali bazı filozoflara göre kalıcı olmayabilir, bunu değiştirmek için eylemek gerekir. Sanatçının da bu çıkışa oynadığı düşünülebilir. Yalnız bunun için tek bir şarta ihtiyaç var, o da cehennemi görüp, farkında olup, ona karşı harekete geçmektir. Bu halin ancak eylemsizliğin aşılarak durdurulabileceği mesajı bundan ötürü ima edilir.

 

(1) Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu. Çev.: Mustafa Tüzel. (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010), s. 27.

Mehmet Özgür Kızılkaya