Sanal müzemiz 24 saat açıktır

Bir Tanım, Bir Kitap: Müze Eğitimi

(Müze eğitimi alanındaki kapsamlı çalışmalardan sayılan Eilean Hooper-Greenhill’in Müze ve Galeri Eğitimi isimli kitabından özetlenmiştir.)

Eilean Hooper-Greenhill, Müze ve Galeri Eğitimi. Ankara Üni. Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları.

Müze eğitimi alanındaki çalışmalar müzelerin halkın da gidebileceği mekânlar olmasından hemen sonra yani uluslaşmanın hız kazandığı dönemle başlar. Bu dönemde müzeler, kitlelerde ulusal bilinç oluşturmak ve onları eğitmek üzere teşvik edilir ve yoğun olarak kullanılır. Erişimin kolaylaşması ve eğitimin yaygınlaşmasıyla müzeler boş zamanların değerlendirilmesi için de ciddi bir seçenek haline getirilir. Kısa bir süre sonra müzelerin kalabalıklaşmaya başlamasıyla alan üzerine çalışmalar artar. On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru müzelerin nasıl gezileceğiyle ilgili rehber kitaplar basılmaya başlar.[1] Koleksiyonlar zenginleşir ve bunların nasıl kullanılacağı ve halkın ilgisinin nelere yöneldiği ile ilgili çalışmalar yapılır.

Kitlelere eğitim verilmesi, onların estetik zevklerinin artırılması müzelerin genel ziyaretçiye açıldığı andan itibaren gündemindedir. Bu çabanın temelinde eğitime, sanata ve bilgiye erişim sürecindeki eşitsizliğinin aşılması ve ulus olmak için gereken anlayış birliği yatar. Bireyler ulusun parçası olmak için kendi toplumuyla uyumlu davranışlar sergilemeye, benzer referanslarla hareket etmeye ihtiyaç duyar ve bunlar -en azından uluslaşma atılımının ilk zamanlarında- müzeler aracılığıyla edinilir. Müzelerin bu dönemdeki işlevlerinde eğitim önemli bir role sahiptir. Öyle ki müzeler, kütüphane, laboratuvar gibi eğitimle birlikte anılan kuruluşlarla birlikte inşa edilir. Ashmolean Müzesi’nin Oxford Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulması buna örnektir.[2]

Ashmolean Müzesi

19. yüzyılın sonlarına doğru müze ve okullar arasındaki ilişkinin gelişimi yeni yolların açılmasını sağlar. Müze eğitimi bu gelişimle iki fazda ilerler; müzede öğrenme ve nesnelerden öğrenme yöntemi olarak ödünç verme sistemlerinin oluşturulması. Nesne öğretimi dönemin eğitim anlayışını etkileyen Rousseau, Bacon ve Aquinalı Thomas gibi düşünürlerin önemsediği ve üzerine çalışmalar yürüttüğü bir yöntemdir. Eşyalar kullanılarak yapılan bir öğretimle, bireylerin duyuları gelişecek, somut olan daha kolay kavranacak, sözcük dağarcığı ve sonuca ulaşma yetileri olgunlaşacaktır. Nesneler yoluyla öğretim, müze ziyaretlerinin artması ile okullardan taşınarak mekan değişikliğine uğrar ve müzelerdeki eğitimin parçası olur.

Müzede öğrenme taleplerinin artması sonucu, buralarda eğitimlerin kimler tarafından verileceği tartışmaya açılır. Müzede istihdam edilen kişilerin bu işle ilgilenmesinden, dışarıdan atanacak kimselerin görevlendirilmesine kadar çeşitli önerilerde bulunulduysa da fikir birliğine varılamaz. Tartışmaların yoğunlaştığı ilk zamanlarda dışarıdan öğretim personelinin gelmesi fikri yaygınlaşır. İkinci Dünya Savaşı’ndan kitabın yazıldığı döneme (1991) kadarki sürede hazırlanmış bütün raporlar müze eğitimini müzeden dışlayan bir tutum içerir. 1940’larda Manchester Müzesi’nde Yerel Eğitim Yetkilileri (LEA) tarafından atanan öğretmenler, Leeds Müzesi’nde müze uzmanları, Leicester Müzesi’ndeyse müze eğitim görevlileri öğretim işlerinden sorumlu hale getirilir.[3] Böylece müze uzmanlığıyla eğitimi alanında büyük bir kırılma yaşanır. Müze uzmanı sergi işleri ve koleksiyonları düzenlerken, müze deneyimi olmayıp öğretim deneyimi olan kişilerin eğitmen olarak atanmasıyla müzelerin kendiliğinden bir parçası olan eğitim rolü geri plana düşer. 1963 yılında yayınlanan ve müze eğitimi alanında yeni bir vizyon ve çerçeve belirleyen, öğretmen yetiştiren kurumlara müzelerin kullanımıyla ilgili derslerin verilmesi tavsiyesinde bulunan Rosse Raporu’nda bile, müze ve eğitim çalışmaları birbirinden ayrı başlıklarda değerlendirilir, eğitim çalışmalarının okullarla çalışma doğrultusundaki anlayışı kuvvetlenir.

19. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen süre içinde, müzelerin asli görevi eğitim şeklinde tanımlanır. Birinci Savaş sırasında okulların askeri amaçlarla kullanılması, müzelerin eğitim programlarının daha da artmasına neden olur. Manchester Müzesi’nde müze ziyaretleriyle okul çalışmalarının birleştirildiği uygulamalar yapılır.[4] Sadece çocuklarla değil, yetişkinlerle de eğitimler düzenleyen müzeler, savaşta önemli bir iletişim ve bilgilendirme aracı olarak kullanılır. Savaşın bu deneyiminin ardından eğitim sorumluları müze-eğitim ilişkisini daha da geliştirmek ister ancak müze uzmanları bu fikre sıcak yaklaşmaz. Bu tarihten itibaren müzelerde koleksiyon oluşturma/toplama ve onların bakımı önem kazanır, müzelerin eğitim ilişkisi ara sıra gündem olan, kayıtsızca ele alınan bir mesele haline gelir. Müze eğitimi tanımının bu tarihlerde tam oturtulmamış olması, işlevleri ve sınırlarında birlikten uzaklaşılması alanın en büyük engeli sayılır.

1960’lı yıllara gelindiğinde müze eğitimi, okullarla çalışmaya indirgenir, özel olarak atanmış kişilerle yürütülen bir alana ve mesleğe dönüşür.  1948 yılında Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) altında Müzelerde Çocuk Etkinlikleri Grubu, dışarıdan atanmış eğitimciler tarafından kurulur. 1963’te Müzelerde Eğitim Hizmetleri Grubu, 1970’lerin sonundaysa Müzelerde Eğitim Grubu ismine geçiş yapan uzmanlar, bu isim değişiklikleriyle bir kırılma da yaratırlar.[5] Nitekim çocuklarla alakalı olarak kurulan gruplar, nihayetinde toplumun tümünü kapsayacak niteliğe ve profesyonel bir kimliğe bürünür.

İngiltere’de 1990’lı yıllara gelinirken müzelerde farklı anlayışlar seslerini duyurmaya başlar. Koleksiyon edinme kadar ziyaretçinin, sunum kalitesinin ve koleksiyon erişiminin de önemli olduğu görüşüyle yaşanan epistemolojik değişiklik, müze eğitimi alanında ciddi ilerlemelere neden olur. Müzelerin çeşitli bölümlerinin özelleştirilmesi, fon bulma amaçlı sponsorluk gereksinimlerinin artması, pazarlama stratejisi gereği ziyaret kalitesi üzerine düşünülmesini sağlar. [6] Eğitim faaliyetleri üzerinde daha fazla durulur, yenilenme ve gelişim zorunluluğuyla müze eğitiminde atılım sağlanmış olur. Artık müzelerin karakterini, doğasını belirleyenin koleksiyon kadar izleyici/ziyaretçi de olduğu söylenebilir.

Müzeler koleksiyonların sunumlarını, eğitim organizasyonlarını yeniden ele alarak izleyici odaklı bir yapıya dönüşür. Aslında 1990’lı yıllara kadar geçen sürede yazılan çoğu rapor, müzeler açısından geniş bir vizyon sunmasına rağmen uygulamada uzlaşmazlık, savaşlar ve diğer toplumsal sıkıntılar kaynaklı tespit edilenler henüz hayata geçirilir. Müzeler halkın teşvikine sunulduğu günlerdeki eğitim işlevine, yani başladığı noktaya çeşitli denemeler, dışlamalar ve kesintiler sebebiyle ancak 90’lı yıllarla birlikte döner. Müze eğitimindeki gelişim, eğitim ve müzecilik alanlarındaki gelişimlerle ve ABD, Kanada, Yeni Zelanda gibi ülkelerdeki gelişmelerle at başı gider. Müze eğitimi yeniden müzelerin ayrılmaz bir parçası haline gelir.

Müzeler bu yeni dönemde toplumun tüm kesimlerine seslenecek eğitim etkinlikleri oluşturur. Hedef kitle ile koleksiyonlar arasında bağ kurularak, her grup için farklı eğitim sunumları organize edilmeye başlanır. Atölye çalışmaları da benzer bir tasnife göre dikkatle ele alınır. Çalışmaların her grubun, hedefi, ihtiyacı ve gereklilikleri bilinerek yürütülmesi önem kazanır. Eğitimin hayatın tümünü kapsayan bir süreç olduğu vurgulanarak, her yaştan insanın ilgisini çekecek sunumlarla çeşitlilik sağlanır.

Türkiye’de meseleye ciddiyetle yaklaşan, gayretle çalışmalar yapan kurumlara karşın müzecilik anlayışı halen nesne merkezlidir. Değişime ayak uydurmada yaşanılan problemlere rağmen Türkiye’de müzeciliğin yüz elli yıllık özgün bir geçmişi söz konusudur ve tarihi titizlikle incelendiğinde yol gösterici olabilir. Örneğin Türkiye’de ilk okul müzesi 1868 yılında Galatasaray Lisesi’nde kurulur.[7] Bu bilgi müze eğitiminin Türkiye’deki serüvenini ilginçleştirir çünkü müze ile eğitim alanında kurulan erken ortaklık dünyadaki örneklerle uyumlu ancak gelenek yaratmaya fırsat bulamadan aynı hızda bozulmasıyla da yaşanmamış gibidir. Türkiye’de müzeciliğin doğasına erkenden dahil olup erkenden ayrılan eğitimin sağlam ve insicamlı şekilde sahne alması için 1990’lı yılların sonlarına doğru gelişen akademik çalışmaları beklemek gerekecektir. Burada ele aldığımız kitap da bu çabanın bir parçasıdır.

Müze ve Eğitmenlere Öneriler

Müzelerde ziyaretçi sayısını artırmak, insanların ilgi ve ihtiyaçlarına seslenebilmek için bu kurumların eğitim rolü daha fazla vurgulanmalıdır. Aileler, çocuklar ve yetişkinler için konferanslar, gösteriler, öğretmenlere ve ilgililere danışmanlık kursları organize edilmeli, bu bağlamda olanaklar geliştirilmelidir.

Müze eğitimi personeli, öğretme potansiyellerini geliştirebilmek adına, sergilerde düzenleyici rolü taşımalı ve söz sahibi olmalıdır. Çeşitli önerilerde bulunma yetkisi, sergilerin eğitim imkânları için geliştirici olabilir.

Randevu defteri tutulması ve bunda her gruba özel istek ve ihtiyaçların belirlenip, uygulamaya yönelik çalışılması, hedeflenen noktaya ulaşmak amaçlı yararlı bir yöntemdir.[8] Sergi programları da aynı mantık doğrultusunda düzenlenmeli, nesne ve müzenin kullanım şeması çıkarılmalı, bunlar belirlenen bağlamla uzlaştırılmaya çalışılmalıdır. Program tasarlanırken, grubun yeterlilikleri ve seçilen nesnelerin uygunluğu düşünülmeli, kaynaklar ve kullanılacak yöntemler çeşitli sorular sorularak tayin edilmelidir.

Müze ziyaretleri, faydasını kesin doğrular üzerine kurmamasından alır. Ziyaretçinin kendi alımlama yetisine güvenilmeli, odaklanması sağlanmalı ve açık uçlu sorularla düşünceleri beslenmeli, yorumlar ve değerlendirmeler çeşitlendirilmelidir. Bu sayede birey kendine güvenen, kendi kendine öğrenen bir insana dönüşebilir. Müze öğretmeninin bundan dolayı iletişim becerilerinin kuvvetli olması, koleksiyonlara haiz ve nesnelerle çalışabilme yeteneğini taşıması gerekir.[9]

Müzedeki epistemolojik değişimin işaret ettiği üzere, artık önemli olan koleksiyonla birlikte alımlayıcıdır da. Bu değişim dikkate alınarak izleyicinin bilgisi ve tecrübesi çıkış noktası kabul edilmeli ve çalışmalar, uzmana göre değil alımlayıcıya göre düzenlenmelidir. Müze eğitmeninden beklenen müzenin dışındaki dünyayı müzenin iç dünyasına bağlamak, ilişki kurmaktır.[10] Böylece müze ziyareti güdüleyici ve kalıcı öğrenmeye fırsat tanıyacaktır.

[1] Eilean Hooper-Greenhill, Müze ve Galeri Eğitimi. Çev.: Meltem Örge Evren, Emine Gül Kapçı. Yay. Haz.: Bekir Onur. (Ankara: Ankara Üniversitesi Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 1999), s. 37-8.

[2] Aynı, s. 31.

[3] Aynı, s. 65.

[4] Aynı, s. 52.

[5] Aynı, s. 79.

[6] Aynı, s. 90.

[7] Bekir Onur, “Sunuş” Müze ve Galeri Eğitimi. Yay. Haz.: Bekir Onur. (Ankara: Ankara Üniversitesi Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 1999), s. 5.

[8] Aynı, s. 116.

[9] Aynı, s. 107-8.

[10] Aynı, s. 145.

Mehmet Özgür Kızılkaya